Orhan Turan: “İş Hayatında Kadın Ayrımcılığı Türkiye’nin 2. Yüzyılına Yakışmıyor.
HABER: ÇAĞATAN AKYOL – Kamera: SADIK KARAKULOĞLU
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısında; “Toplumun yarısını oluşturan kadınların iş ve sosyal yaşamda hâlâ şiddete ve ayrımcılığa maruz kalması Türkiye’nin 2. yüzyılına yakışmıyor. Bu nedenle 2. yüzyılımızın 1. meclisinden beklentilerimizden biri de şudur: 2021’de ayrıldığımız İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönmek için. yasal düzenlemeleri yapmak ve en etkin şekilde uygulamaktır.
TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısı bugün İstanbul Sabancı Center’da gerçekleştirildi. Toplantının açılış konuşmalarını TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ve TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan yaptı. Turan, konuşmasına 28 Mayıs’ta yapılan seçimlerde yeniden Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ı, kabineyi ve tüm milletvekillerini tebrik ederek başladı. Turan dedi ki:
“CUMHURİYETİMİZİN İKİNCİ YÜZYILINDA EKSİKLERİ DÜZELTMEK ZORUNDAYIZ: Şimdi hepimizin birinci görevi, ortak hedefimiz olan ülkemizi muasır medeniyetler düzeyine çıkarmak için çalışmaktır. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılın kazanımlarını korumalı, güçlendirmeli ve eksikliklerini gidermeliyiz. Bu meclis döneminde elde edeceğimiz kazanımlar, ikinci yüzyılımızda ulaşmak istediğimiz amaç için çok değerli olacaktır. Bugünkü konuşmamda ülkemizin hak ettiği konuma hızla gelebilmesi için yapılması gerekenler üzerinde durmak istiyorum. Önümüzde uzun bir yapılacaklar listesi olabilir. Çünkü ülkemizin potansiyelinin mevcut konumundan çok daha yüksek olduğuna inanıyoruz. Güçlü bir tarihi mirasımız, temel bir kültürümüz var. Jeostratejik olarak çok değerli bir coğrafyadayız. Dinamik, genç bir nüfusa, birinci sınıf uzmanlara ve bilim insanlarına sahibiz. Ülkemizin demokrasi tarihi esastır. Bulunduğumuz coğrafyada sanayimizle ekonomik yapımız ön plana çıkıyor. Her yerde güçlü bir ekonomik etkiye sahip, dünyayla bütünleşmiş bir iş dünyamız var.
ULUSLARARASI REKABET GÜCÜMÜZÜ ARTIRMAMIZ GEREKİYOR: Bürokratik ekiplerimizin problem çözme yeteneği yüksektir. Kaç tane tecrübeli devlet ve siyaset insanımız var? Canlı bir sivil toplum geleneğimiz var. Bu potansiyeller, ülkemizi çok daha yukarılara taşıyabileceğimizi gösteriyor. Ülkeler arasındaki rekabet gücümüzü daha da artırmamız gerekiyor. Bölgesel ve küresel sorunların analizinde çok daha aktif olabiliriz. Bilimde, teknolojide, sanatta ülkeler arası karşılaştırmalarda yerimizi çok daha yukarılara taşıyabiliriz. Cumhuriyetimizin 2. yüzyılında mevcut sıkıntıları hep birlikte aşabilir ve ülkemizi bir üst lige taşıyabiliriz. Bunun için konuşmak, sohbet etmek gerekiyor. İstediğimiz, ülkemizin barış, huzur, istikrar ve refah toplumu olma yolunda en üst düzeye ulaşmasıdır. Türkiye coğrafya ve nüfus bakımından büyüktür. Bölgesel, etnik, ekonomik, sosyal ve kültürel farklılıklar sergileyen bir ülkedir. Demokratik uzlaşma sistemine ihtiyaç duyan bir ülkedir. Cumhuriyet yönetimi, toplumun tüm vatandaşlarının eşit katılımına ilişkin meclistir.
PARLAMENTODAN BEKLENTİMİZ DEMOKRASİDE İLERLEMEK: Bu parlamenter dönemden temel beklentimiz, demokrasi ve eşit yurttaşlık yönünde ilerlemek. En ciddi sorunları bile meşru zeminde tartışarak çözüm bulabiliriz. TÜSİAD olarak bir süredir toplumun farklı kesimleriyle söyleşi toplantıları yapıyoruz. 100. yıl dönümümüz vesilesiyle ‘Cumhuriyetimizin 2. Yüzyılına Giriyoruz’ projemizi başlattık. İnancı, etnik kimliği, cinsiyeti, sosyal grubu, sınıfı ne olursa olsun Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı için Türkiye hayalimizi konuşmaya başladık. Cumhuriyeti ve demokrasiyi birlikte nasıl güçlendireceğiz? Refahı artırırken dağıtımı nasıl daha adil hale getiririz? Çevreyi koruyan bir gelişme nasıl olmalıdır? Küresel dönüşümlerde ulusal stratejimizi nasıl konumlandıracağız? Bu sorulara cevap aradığımız toplantılar, farklı departmanların birbirleriyle konuşmasının ve diyalog kurmasının mümkün olduğunu gösteriyor. Bu toplantılar bize sohbet kavramının ne kadar değerli olduğunu gösterdi. Bu hafta sonu farklı illerde iki çalıştay yapacağız. Sonbahara kadar toplantılarımıza devam edeceğiz. Sizlerle daha önce de paylaştığım gibi bu çalıştayların çıktılarını sonbaharda tekrar kamuoyu ile paylaşmayı planlıyoruz. TÜSİAD olarak bu dönemde analizin bir parçası olmaya, diyalog kanallarını her zaman açık tutmaya ve ülkemizi hak ettiği yere getirecek tüm çalışmalara katkı sağlamaya hazırız.
KADIN-ERKEK EŞİTSİZLİĞİNİ ORTADAN KALDIRMALIYIZ: Toplumun yarısını oluşturan kadınların iş ve sosyal yaşamda hâlâ şiddete ve ayrımcılığa maruz kalması Türkiye’nin 2. yüzyılına yakışmıyor. Bu nedenle ikinci asırımızın ilk meclisinden beklentilerimizden biri de 2021’de ayrıldığımız İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesidir. Ulusal düzeyde sahip olduğumuz en güçlü yasal düzenleme olan Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi ve en etkin şekilde uygulanması. TÜSİAD olarak uzun yıllardır toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda çalışıyoruz. Çünkü ülkemizin hak ettiği demokrasi ve gelişmişlik düzeyine ulaşabilmesi için bunu değerli buluyoruz. Ekonomik hayata, karar alma sistemlerine, siyasete ve sosyal hayata kadın ve erkeğin eşit katılımının olması gerektiğine inanıyoruz. Parlamentodaki kadın oranı yüzde 20’lere çıkmış olmasına rağmen, toplumun yarısının temsilinin maalesef temsil açısından yetersiz olması, eşitlik konusunda daha fazla çaba gösterme sorumluluğumuzu artırıyor. İkinci yüzyılımıza girerken toplumsal cinsiyet eşitliği konusunu tartışmanın dışında bırakmalıyız. Eğitime erişimde, işgücüne katılımda, siyasette ve çalışma hayatında karar verici konumlarda yer almada ve bakım sorumluluklarında kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri ortadan kaldırmalıyız.
EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTSİZLİKLERİNİN DAHA FAZLA OLMAMASI İÇİN ÇALIŞMALIYIZ: Yeni dönemin bir diğer beklentisi de kapsamlı bir eğitim reformudur. Küresel rekabet giderek ağırlaşıyor. Dijital teknolojilerde özellikle yapay zeka uygulamalarında baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Böyle bir çağda eğitim sistemimiz çocuklarımıza ve gençlerimize ezberciliği öğretmiyor; özgür, eleştirel ve yaratıcı fikirlere yol açmalıdır. Gençlerimizin teknik ve sosyal becerilerini yükseltmeliyiz. Onları iyi bir yabancı dil konuşturmak zorundayız. Gençlerimiz dünyadaki gelişmeleri takip edebilmeli. Eğitim sistemimiz tüm çocuklarımıza eşit fırsatlar sağlamalıdır. Anaokulundan başlayarak tüm çocuklarımıza kaliteli eğitim vermeliyiz. Büyümenin faydalarından yalnızca uygun bir eğitimi finanse edebilenler değil, herkes yararlanmalıdır. Bu unsurları hayata geçirecek bir eğitim reformunu bir an önce gündeme almalıyız. Pandeminin ve ardından depremin etkilerinin eğitimde daha fazla fırsat eşitsizliğine yol açmaması için hep birlikte çalışmaya devam etmeliyiz.
CARİ AÇIK VE BÜTÇE AÇIĞI ZOR BİR DENKLEM OLUŞTURUYOR: Demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, toplumsal cinsiyet eşitliği ve eğitim reformu gündemimizdeki değerli konulardır. Bu konuların yanı sıra değişen küresel sistemde aktif bir aktör olmayı, iklim değişikliğine hazır olmayı ve dijital dönüşümü de eklemeliyim. Bu konular bugünümüzü olduğu kadar geleceğimizi de doğrudan belirleyecek olsa da gündemi daha acil konular dolduruyor. Bunlardan ilki ekonomidir. Göstergeler ekonomide önemli bir tabloya işaret ediyor. Artık hem cari açığımız hem de bütçe açığımız var. İkili açık, çözülmesi zor bir denklem oluşturur. Finans şubesinin temel işlevi olan kaynakların rasyonel dağılımını yerine getirmekte zorlanmasının sonuçlarını hepimiz yaşamışızdır. Gösterge faiz oranı hep düşürülse de reel kesimin krediye erişimi giderek zorlaştı. Ticari kredilerdeki artış oranı enflasyonun oldukça altına düşmüştür. Finansmana erişim sorunu yatırımları baskıladı. Fiyatların ekonominin gerçeklerini yansıtmaması özel şubenin risk ve getirisinin hesaplanmasını zorlaştırdı. Bu da yatırım kararlarında gecikmelere, istihdam yaratma kapasitesinin azalmasına ve büyümenin zayıflamasına neden oldu.
MEHMET ŞİMŞEK’İN AKILCI POLİTİKALARA DÖNÜŞE DİKKAT ÇOK ÖNEMLİ BİR ADIM: Tüketimdeki artış, yerli üretim artışı yerine ithalatla karşılandı. Nitekim büyüme rakamları ve bunu takip eden sanayi üretimi ve dış ticaret verileri de bu durumu gösteriyor. 2021 yılının ilk çeyreğinden itibaren üretim-tüketim açığı açılıyor. 2023’ün ilk çeyreğinde büyüme rakamları sanayi yıllık yüzde 0,8 azalırken, tüketim yüzde 16,2 arttı. Bu durumun aşılabilmesi için para ve maliye politikalarının değişmesi gerekmektedir. Mali kısmın düzgün işlemesi paha biçilmezdir. Finans sektörü sağlıklı olduğu ve kendi fiyatlamasını yapabildiği sürece reel sektör sağlıklı olacaktır. İzlenecek politikalar, gerçek departmanın finansmana olağan yollarla erişebilmesini sağlamalıdır; üretimin ve yatırımın önünü açmalıdır. Bu kapsamda Başkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’a görevlerinde başarılar diliyorum. Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Mehmet Şimşek’in rasyonel siyasete dönüş vurgusunun bu yönde atılmış çok değerli bir adım olduğunu düşünüyoruz. Bakanın da belirttiği gibi, kolay çözüm veya hızlı sonuç verecek yöntemler bulunmamakla birlikte, şeffaflık, hesap verebilirlik ve öngörülebilirlik ilkeleri doğrultusunda kuralcı politikalara bağlı kalınması ekonomideki bu zor durumun aşılmasına yardımcı olacaktır.
EKONOMİMİZİN ÇOK DAHA İYİ BİR NOKTAYA GELİŞTİRİLMESİNE İLİŞKİN HEPİMİZİN ORTAK İSTEĞİ: Az önce Sayın Bakan ile çok faydalı ve verimli bir görüşme gerçekleştirdik. Ekonomimizle ilgili görüş ve önerilerimizi Sayın Bakanımızla paylaştık. Ekonomimizin çok daha iyi bir noktaya evrildiğini görmek hepimizin ortak arzusudur. Bu bağlamda, Ekonomik ve Sosyal Konsey’in toplumun çeşitli kesimlerinden temsilcilerin katılımıyla ekonomik ve sosyal sorunlar ve çözüm önerileri konusunda görüş üretilmesine de önemli katkı sağlayabileceğini düşünüyoruz. Enflasyon bu ay için bir miktar gerilemiş gibi görünse de devam eden yükselişler ve TL’deki hızlı değer kaybı bu sorunun bir süre daha bizimle kalacağını gösteriyor. Sağlıklı büyüme ortamının ilk kuralının fiyat istikrarı olduğu ortaya çıktı. Paranın maliyetini koruma, nakit ve finansal istikrarı sağlama görevi Merkez Bankalarına verilmiştir. Merkez Bankaları ekonomi yönetiminin merkezindedir. Fiyat istikrarını sağlamak, finansal sistemin sistemik risklerini kontrol altında tutmak ve ödeme sistemlerinin kesintisiz işleyişini gözetmek için çalışırlar. Merkez Bankalarının bu işlevleri büyüme, istihdam ve refah artışı için hayati öneme sahiptir. Merkez Bankamızın önümüzdeki dönemde kurumsal bağımsızlıkla bu misyonunu yerine getirmesi en büyük temennimizdir.
VERGİ SİSTEMİNİ DAHA ADALETLİ HALE GETİRMELİYİZ: Fiyat istikrarının bir an önce sağlanması konusu, Türkiye’nin rekabet gücünü artırma ihtiyacının göz ardı edilmesine yol açmamalıdır. Türkiye ekonomisinin tek sorunu enflasyon ve faiz politikası değil. Ülkemiz ekonomik yapısında uzun yıllardır gerekli dönüşümü gerçekleştirememiştir. İktisat politikası olarak para ve maliye politikaları hep dış ticaret politikasına uygulandı ama iş iktisat deyince sadece konjonktüre yönelik politikalar anlamamak gerekiyor. Umarım para politikalarında başarılı oluruz. Kısa sürede makroekonomik istikrarı sağlayacağız ve para politikasını konuşmayı bırakacağız. Bu şekilde, gerçekten konuşmamız gereken şeye konsantre olabiliriz. Ekonomik yapıyı dönüştürmeye ve rekabet gücünü artırmaya başlayabiliriz. Gelir dağılımını güzelleştirme, kapsayıcı büyüme ve toplumsal kesimleri geride bırakmama ilkelerini unutmamalıyız. Bu bağlamda vergi sistemini daha adil hale getirmeliyiz. Çabayı yoksullukla güçlendirmeliyiz. Toplumsal savunma yardımlarını daha aktif ve kurumsal hale getirmeliyiz. Refah devletini derinleştirmeliyiz. 21. yüzyılın ikinci çeyreğine girerken mevcut üretim yapımızı güncellememiz gerekiyor.
GELENEKSEL ÜRETİME DEVAM EDEREK DÜNYA PAZARLARINDA VAR OLAMIYORUZ: Klasik üretime klasik sistemlerle devam ederek küresel pazarlarda var olamayız. Yüksek teknolojili iş ve hizmetlerin dünya ticaretindeki payı artarken, düşük fiyat, düşük beceri ve düşük teknoloji ile üretilenlerin payı azalmaktadır. Rekabet gücümüzü artırmak için yüksek teknolojili işlere ve hizmetlere yönelmeliyiz. Daha fazla katma değer yaratmamız gerekiyor. Girişimcilerimizi ve KOBİ’lerimizi kurumsallaştırmalıyız. Çalışanlarımızın becerilerini zamana ayak uydurmalıyız. Tüm bunlarla eş zamanlı olarak yeşil dönüşümü sağlamalıyız. Bu dönüşüm tarımdan sanayiye, inşaattan hizmetlere tüm kesimleri ilgilendiriyor. Bu dönüşüm için birçok alanda birçok reforma bir an önce başlamalıyız. Bu reformlarla, finansmana erişimi iyileştirmeliyiz. Kayıtlı çalışmayı teşvik etmeliyiz. Sadece son iki ayda sanayi, verimlilik ve yüksek teknoloji alanlarında raporlar yayınladık. Verimliliği artırmalıyız. Sektördeki yapısal değişimin durağanlaşmasına paralel olarak verimlilik artışının da sınırlı olduğunu gördük. Her firmanın daha verimli olmasını sağlamamız gerektiği gibi, kaynakların işletmeler arasında dağıtımını da iyileştirmeliyiz. Sanayi portföyümüzde verimliliği yüksek işletmeleri artırmalıyız. Rekabet şartlarını daha adil hale getirmeliyiz. Pazar engellerini kaldırmamız gerekiyor. İş dünyasının ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünün gelişimini teşvik etmeliyiz.
BEYİN GÖÇÜNÜ DURDURMALIYIZ: Eğitim-istihdam bağlantısını güçlendirerek beceri uyumsuzluğunu ortadan kaldırmalıyız. Beyin göçünü durdurmalıyız. Aksi takdirde küresel trendleri kaçırırız. Dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm, Avrupa’nın geleceğini şekillendiren iki temel dinamiktir. Geçen hafta, Avrupa İş Konfederasyonu BusinessEurope Başkanlar Konseyi Madrid Zirvesi’ndeydik. Avrupa iş dünyasının temel önceliği rekabet gücünü artırmaktır. TÜSİAD olarak misyonlarımızdan biri de ülkemiz iş dünyasını yurt dışında temsil etmektir. Ülkemizin dünya piyasalarındaki ekonomik çıkarlarını korumak için çalışıyoruz. Seçim sonrası dönemde Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlanması ve somut zeminde ilerlemesi hem bizim hem de Avrupa’nın ortak çıkarınadır. Türkiye, Çin’den Almanya’ya doğu-batı ekseninde; kuzey-güney ekseninde Rusya’dan Suudi Arabistan’a kadar geniş bir coğrafyada en etkili bölgesel güçtür. Bu özelliği ile tüm Avrupa’nın rekabet edebilirliğine ve açık stratejik özerkliğine katkı sağlama potansiyeline sahiptir. Net sıfır sanayi yapılanmasından Gümrük Birliği’nin güncellenmesine kadar geleceğe dönük birçok konuda vakit kaybetmeden harekete geçilmelidir. Stratejik alanlarda Türkiye-AB işbirliği ortak çıkarlar doğrultusunda derinleştirilmelidir.
YENİ HÜKÜMETİN AB İLE VİZE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN UYGULANMASINA İLİŞKİN EYLEMİNDE BÖLGELERİN YER BULACAĞINA İNANIYORUZ: İstikrarlı, dirençli ve sürdürülebilir bir yeni dünya düzeni için AB ile bütünleşme perspektifi korunarak ortak bir yol haritası belirlenmelidir. Tüm bu noktaları, üyesi olduğumuz BusinessEurope çerçevesindeki temaslarımızda vurguladık. BusinessEurope, Avrupa’nın net stratejik özerkliğini ve ekonomik direncini artırmaya yönelik tavsiyeleri arasında yeşil ve dijital dönüşüm politikaları da dahil olmak üzere Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin güncellenmesine yer verdi. Avrupa’daki yeşil ve dijital dönüşüm gündemi Türkiye için çok değerli. Tedarik zincirlerinin kısalması, çeşitlenmesi ve ortak değerlerin paylaşıldığı yakın coğrafyalara ve ülkelere taşınması ülkemiz için birçok fırsat sunuyor. Uluslararası güç istikrarının nasıl değişeceğine dair farklı görüşler var. Bütün bu unsurları orta noktada ele aldığımızda ilke ve kurallara dayalı dış politika değerli hale gelmektedir. AB siyasi ve ekonomik bir istikrar, barış ve güvenlik projesidir. Yeni hükümetin atacağı adımlar arasında Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve AB ile vize serbestisi uygulanması alanlarının yer alacağına inanıyoruz.
GERÇEK BEKA SORUNU DEPREM: Hepimizi sarsan deprem felaketini konuşmamda en sona bırakmış olmam, bahsin öncelik sıralamasında son sırada olmasından kaynaklanmıyor. Aksine en çok bu konu aklımızda kalmalıdır. Seçim süreci çalkantılı gündemi ikinci plana itti. Şimdi dikkatimizi tekrar bu konuya çevirmeliyiz. Beyin sarsıntısı, hem yaşadığımız beyin sarsıntısının yaralarını sarmak ve bölgeyi eskisinden daha düzgün ayağa kaldırmak, hem de İstanbul’u sarsıntıya hazırlamak açısından en hayati meselemiz. Deprem görev gücümüz iki yıldır iş dünyasını Marmara depremi konusunda bilinçlendirmek için çalışıyor. Gerçek hayatta kalma sorununun beyin sarsıntısı olduğunu anladık. Hâlâ hem merkezi hem de yerel yönetim düzeyinde birçok konuyu ele almamız gerekiyor. Depremden önce şehirleri depreme dayanıklı hale getirmeliyiz. Kaçınılmaz olan depremlerden sonra hızlı ve aktif bir şekilde yardım edebilmeliyiz. Bunun için yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Bu yaklaşımın ana unsuru yönetişim sorunlarıdır. Kurumlarımızı ve kurallarımızı güçlendirerek afet yönetiminde planlı ve katılımcı bir süreci hayata geçirelim.
ÜLKEMİZ İÇİN BİR FİYAT OLUŞTURMAYA DEVAM EDECEĞİZ: Dolayısıyla siyasi kutuplaşmanın ve kısa vadeli önceliklerin bu gerçek beka sorununu gölgelemesine izin vermeyelim. Sarsıntı bölgesinin yaralarını sarmak için var gücümüzle çalışmaya devam edelim. Marmara bölgesi için hazırlıklarımızı hızlıca tamamlayalım. Titremek deyince aklıma Voltaire’in ‘Candide’ ya da ‘İyimserlik’ adlı kitabı geliyor. Aydınlanma’nın en önemli isimlerinden biri olan Voltaire, 1755’teki Lizbon depreminden esinlenerek bu kitabı yazmıştır. Candide bir felaketten diğerine yalpalarken her zaman iyimserliğini korumaya çalışır. Sonunda Candide, İstanbul’da bir bahçıvanla yaptığı sohbetten insanın dünyasını güzelleştirmenin ancak herkesin elinden gelenin en iyisini yapıp üretmesiyle mümkün olduğunu anlar. Vatanını seven iş insanları olarak üretir, yatırım yapar, istihdam yaratır, istihdam sağlar ve AŞ. Elimizden gelenin en iyisini yapmak için; Ülkemiz için üretmeye, yatırım yapmaya, ihracat yapmaya ve değer yaratmaya devam edeceğiz. Ülkemizi ikinci asrında hak ettiği yere hep birlikte taşıyacağız. İyimserliğimiz, ülkemizin geleceğine duyduğumuz güvenden geliyor. Bu topraklar bizim, bizim.”